Çocukluğumdan beri evimizdeki bahçe ekilip biçilir,
özellikle yazın domates, biber, börülcemizi dalından koparmak büyük bir zevk
verirdi.
Kışın dalından kopardığımız mandalinanın, portakalın
kıymetini üniversite için başka şehre gittiğimde anladım. Pazardan aldığımız
çoğu meyve sebze kendi bahçemizin tadını vermiyordu. Zamanla bu tada alıştım,
hayat koşturmacaları derken ne kolaysa onu yeme alışkanlığına dönüştük.
Bir süre sonra eskisi kadar bahçe hayatımız kalmayınca,
saksılarda biber, domates gibi küçük şeyleri yetiştirmeye başladım. Bunları
yetiştirirken pazardan fide almıyordum. Evde olan doğal domateslerin, biberlerin çekirdeklerini kullanıyordum.
Çünkü doğal olanı buydu. Ürünler ekilir, son mahsül tohumluk ayrılırdı.
Derken bir süre sonra çekirdekler fidana dönüştü ama meyve
vermedi. Bunun genetiğiyle oynanmış tohumun sonucu olduğunu sonradan anladım.
Biliyorsunuz artık ata tohumlarının ülkemizde satışı yasak. Eğer denk
gelirseniz sadece tohum takas şenliğinde o tohumlara ulaşabiliyorsunuz.
Bu dönemde doğal ürünler bulmaya çabaladım. Fabrikadan
çıkmış gibi hepsi aynı boy domates değil de yamuk yumuk rengi pembeye kaçan
domatesleri tercih ettim. Ama o da ne! Adamlar öyle bir tohum yapmış ki doğal
olmayan pembe domates! Kısacası bu konu beni iyice sinir etmeye başladı. Kendi
bulduğum ata tohumlarımla kendi çapımda ekip biçmeye başladım. Neden bile bile
sağlıksız ürünleri yiyelim ki…
(Minik Saksı Domateslerim)
Bir diğer sıkıntıda aldığımız gıdalar içindeki katkı
maddeleri ki bunun en başında ekmek geliyor bence. Ufak bir araştırma ile
ekmeğin içine konulan o korkunç maddelere ulaşabilirsiniz. (E920-E921)
Bu durumda evde ekmeğimizi kendimiz yapalım desek bile
aldığımız unun içerisindeki maddeleri bilmeden yaptığımız yine sağlıklı
olmuyor. Ununda üretildiği buğday cinsini bilmek gerekiyor.
Belki çok abarttığımı düşünebilirsiniz ama son yıllardaki
özellikle kanser artışlarına, ufacık çocukların ağır hastalıklar geçirişine
bakarsanız durumun ciddiyetini görmüş oluyoruz. Bu artık abartmak ya da takıntı
değil gereklilik. Yediğimize içtiğimize dikkat etmek zorundayız. Sağlıklı,
doğal gıda almak artık bir lüks değil ihtiyaç haline geldi.
(Hala dalından kopardığım biberlerim)
Hal böyle olunca bir anda doğal ürün satıcıları arttı.
Herkes organik herkes doğal herkesin tavuğu gezen, serbest dolaşım yapan tavuk.
Tarım ilaçsız, kimyasalsız. E bu kadar satış patlaması olan ilaçları
kendilerine kullanıyorlar heralde.
.
Doğal makarna yapan var. E sebzesi nerden? Pazardan. Nasıl
üretilmiş? Bilmiyorum. Peki ya un? Buğday? O da ambalajlı ürün. E bu makarnanın
nesi doğal? Sadece evde yapılmış.
Gıdaların üzerinde “Hiçbir koruyucu madde
içermez” yazısı “Hiçbir katkı maddesi yoktur” anlamına gelmiyor. Örneğin:
“Hiçbir koruyucu madde içermez” diye etiketlenen hazır çorbalarda MSG adlı
lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor.
Kısacası; yediğiniz, içtiğiniz herşey sağlığınız
ve sizin için çok önemli bunu artık hepimiz biliyoruz. Daha çok özen gösterip,
bu işi hakkıyla yapmayıp rant sağlayanlara pirim vermeden yediğimize içtiğimize
dikkat edelim. Belki o zaman mis kokulu kekikleri, kabak aşısız karpuzları yeme
şansımız olur.
Mis kokulu fesleğenlerim. Yazın taza şekliyle kışında kuru olarak makarnalarıma ekliyorum.